RTÜK tarafından ceza yemiş olmalarına rağmen sosyal medya üzerinden hâlâ yayına devam eden bir programdır Aşk Adası.

Fakat görünen o ki program için en uygun isim Et Pazarı’dır. Ceza almalarına rağmen umursamayıp bu şekilde devam eden bu programın yapımcılarının kimlere ya da nerelere güvendikleri bizler için büyük bir soru işaretidir.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki programın sunucusu başta olmak üzere, kast ajanslardan temin edilen kişiler ve kişilikleri beş para etmezler. Yarı çıplak değil, yarılarından fazlası çıplak olan ve toplumumuzun ahlâkına kast eden bir grup insan yığını görmekteyiz. Pornovari eylem ve söylemleri de az önce ifade ettiğimiz düşünceyi desteklemektedir. İlkel bir hayat yaşar gibi her fırsatta birbirlerini taciz etmeleri de işin cabası olsa gerek.

Adının içine aşk sokulması da oldukça gariptir. Çünkü program içerisinde aşka dair hiçbir emare yoktur. Aşk bir sarmaşıktır. Öncesi ve sonrası için duygusal bir sürece ihtiyaç vardır. Fakat bu ilkel insanlar; hiçbir değere saygı duymadan namus, helal, ar gibi kavramları umursamamakta; şimdinin çocuklarına ve gençlerine, geleceğin anne ve babalarına kötü örnek olmaktan da hiçbir utanç duymamaktadırlar.

Böyle programlar daha önce hiç yok muydu da buna takıldık? Çok vardı, onlara da tepkimizi gösterdik fakat bu sefer her geçen gün azan ve sınırı olmayan bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Böyle giderse Batılılaşmak maskesi, sadece yüzümüzü kapatacak ve diğer yerlerimiz hep açıkta bırakacaktır. 100 yıldan fazla bir süredir zaten yabancısı olmadığımız bir kültürün, Batı medeniyeti adı altında peşinden koşuyoruz. Bizi yormaktan ve yavaşlatmaktan başka hiçbir işe yaramayan bu koşuyu bitirip asıl işimiz olan milli şuuru canlandırmanın peşine düşmeliyiz. Tam da bu noktada usanmış bir toplulukla karşı karşıya kalıyor, her şeyden vazgeçmişlerin donuk yüzleriyle karşılaşıyoruz. Kişinin kendine olan inancının bitmesi, olumlu fikirlerden kaçınılması, hurafelerin ve şahsi çıkarların memleket yararından üstün tutulması geri kalmış milletlerin özelliklerindendir. Biz ki kültürel açıdan ve sosyal yaşam açısından dünya tarihine eşsiz bir miras bırakmış bir milletken böyle köhnemiş, çürümüş, yosun tutmuş akımların etkisinde kalarak her geçen gün aşağı çekilmekteyiz.

Sakının! Hem kendinizi hem de çevrenizi…

Biz Türkler; bir aşkın bu kadar ucuza mâl olmayacağının, aşk adı altında ne amaçlandığının, hâlâ daha içimizde yaşayan Türk töresine aykırı olduğunun, kadınlarımızın bu şekilde pazarlanamayacağının, erkeklerimizin kimsenin namusuna el uzatmayacaklarının farkındayız. Biz Türkler, Romeo ve Juliet’in balkon serenadına değil, Leyla’nın muma, Mecnun’un Ay’a hitabına gönül verenleriz. Binlerce yıl öncesinde ne Roma’da ne Çin’de, ne Perslerde ne de Araplarda kadının sosyal hayatta adı dahi yokken Türklerde kadın, saygı duyulan hatta ülkeyi yönetecek pozisyona getirilmiştir.

Bunu, bahsi geçen medeniyetlerin dillerindeki kelimelerden de anlayabilmek mümkündür: Avrat, Arapçada “kusurlu” demektir. Manita, İtalyancada “el altındaki kadın”, flört, İngilizcede “oynaşılan kadın” anlamlarındandır. Türkçedeki hatun ise, “kraliçe, değerli, hazine” demektir.

Öyleyse kim bunlar?

Devşirilmiş kansızlar, mankurtlaşmış-ötekileşmiş-ar damarları çatlamış vatansızlar, iki kelimeyi bir araya getiremeyen dilsizler, özgürlük çığırtkanlığının perdesi ardında Türk milletinin namusuna göz dikenlerdir.

Ne yapmalı?

Öncelikle vatandaş olarak evlatlarımızı bunlardan uzak tutmalı, onları yanan bir sobadan sakınır gibi sakınmalıyız. Gerekirse evdeki televizyonlarımızı satmalı yerine kitaplar koyarak onları en doğruya yönlendirmeliyiz. İnternet erişimlerini kontrol etmeli, arkadaş çevrelerine dikkat kesilmeliyiz. Bunlardan da önce çocuğumuzu gerçek bir Türk gibi (kimsenin namusuna göz dikmeyen, ahlâkı oturmuş, büyüğüne saygılı, küçüğüne merhametli, kalbi memleket için atan vb.) yetiştirmeliyiz.

Burada en önemli noktalardan biri de devlet eliyle yapılacak olanlardır. Öncelikle buna sebep olanlar ağır cezalara çarptırılmalı, sahnede oynatılanların ise maddi gelir kapısı kapatılmalıdır. Çünkü orada bulunanların her birinin amacı, bedenlerini ve akıllarını pazara çıkartıp kısa yoldan para kazanmaktır. Sosyal medyayı kullanma hakları ellerinden alınmalı, uzun bir süre kamu görevinde ücretsiz olarak çalıştırılmalıdır. Bu önerilerin dışında kökten çözümlü başka öneriler de elbet vardır fakat biz yine insaflı davranmış olalım!

Gemilerini gerek sessiz sedasız gerekse bangır bangır yüzdüren bu ve bunun gibilerinin anlayacağı dil, büyük bir buzdağıdır. Bu buzdağı, üzerine düşen görevi yapmak için zamanını beklemektedir. O gün geldiğinde ne sağa sola koşuşanların bir anlamı kalacaktır ne de kaptanın son pişmanlığının.

Gecenin bir vaktinde, ortadan ikiye bölünen bir geminin en acı çığlığını dinlemek ümidiyle…