TOPLUMSAL REJENERASYON VE ÖZE DÖNÜŞ

Türkler tarih boyunca birçok yeniliğe imza atmış, imkânsızlıkları mümkün kılmış, âdeta her dönemde küllerinden yeniden doğmanın tarifini dünyaya vermiştir. Bunu, milletimizin yaratmış olduğu onlarca destanımızda da görebilmekteyiz. Frenleri patlamış bir şekilde üzerimize doğru gelen popüler kültürü sert bir hamleyle durdurmalı, Batı’sından Doğu’suna özenti hâline getirilen tüm medeniyetlere artık bir dur demeliyiz. Türk tarihinde gerçekleşen yükselmelerin başlangıcı, keskin dönüşler ve radikal kararlardan geçmiştir. Mete Han’ın onluk sistemi, Kür Şad’ın saray baskını, Fatih’in döktürdüğü toplar, Yavuz’un çölü aşması, Atatürk’ün Anadolu’ya açılması gibi. Bunların hepsi de zamanında birilerinin gerçekleşeceğine asla ihtimal vermediği ama birilerinin de önce hayallerinde sonra da eylemlerinde varlık bulan olaylardır.

İşte tam da şu anda sosyal DNA’larımızın canlanması adına “toplumsal rejenerasyon”un zamanıdır: alfabe değişikliği.

Tarih, bize defalarca şunu ispatlamıştır ki Türkler; ne zaman özlerinden uzaklaşıp yabancı kültürlerin etkisi altında kalsalar çok zor durumlara düşmüşlerdir. Buna Göktürk Devleti’nin kağanlarından Taspar ve İşbara birer örnektir. Ve bunlar gibi onlarca daha örnek söz konusudur. Her ne kadar –Tanrı’nın da lütfuyla- büyük badireler atlatılmış olsa da bu, yıpranıp yorulduğumuz gerçeğini değiştirmemektedir. Geçmişin muhafazası, günümüzün şekillenmesi, istikbalin teminatı için bu rejenerasyon zaruridir.

Çağımız gereği böyle bir zorlu dönemden geçmekteyiz. Artık biz “Ey Türk, titre ve kendine gel!” uyarısını slogan olmaktan çıkarıp eyleme dönüştürmek mecburiyetindeyiz. Bu tez, bazı kesimleri elbette rahatsız edecek ve ipe sapa gelmez argümanlarla çürütülmeye çalışılacaktır. “Taş Devri’ne mi döneceğiz, kaçıncı yüzyıldayız, böyle saçma fikir mi olur, elimizde kılıçlarla mı gezeceğiz, Çin Seddi’ne de akın yapalım mı?” gibi düşünülmeden, üzerine kafa yorulmadan söylenecek sözlerle karşılaşmamız kaçınılmazdır. Ciddi bir tartışma ortamı olmadığı sürece böyle boş laflara kulak asmamak en doğrusudur.

Nasıl ki İbranice diriltilmiş ve günümüzde bir devletin resmi dili hâline getirilmişse aynısını hatta daha iyisini biz Göktürkçe için neden yapamayalım? Uygur, Arap, Kiril, Latin alfabelerini kullanıp bırakabildikse Türklere has olan Göktürkçeye de dönebilir; onu resmi dilimiz hâline getirebiliriz. Tabi ki bunu yaparken de kara saban yapacak yani, alfabeyi olduğu gibi alıp hadi öğrenin bakalım diyecek değiliz. Alfabeyi; günümüz Türk modernitesine göre düzenlemeli, söylenişleri-yazımları daha estetik hâle getirmeli, yeniliklerle bezemeliyiz. Göktürk alfabesindeki 38 harfin her birinde Türk tarihinin, kültürünün, medeniyetinin, sosyal yaşamının izi olduğunu unutmamalı ve bu bilinçle hareket etmeliyiz.

Hemen yarın mı?

Tabi ki hayır! Bunun tam anlamıyla gerçekleşmesi için bize gerekli olan süre 12 yıldır.  Her doğum sancılı olur düsturundan yola çıkılarak sabırlı olunmalı, öncelikle milli eğitimden başlanarak ülkenin bütün hücrelerinde bu bilinç sağlanmalıdır. Göktürkçe öncelikle ilk ve ortaokulda zorunlu dersler arasına sokulmalı, üniversitede ilgili bölümleri okuyanlar için de zaruri hâle getirilmelidir. Özellikle göz aşinalığını sağlamak adına çarşıda, pazarda dükkânların ismi öncelikle Türkçe yapılmalı; zaman içerisinde Göktürkçeye çevrilmek adına teşvik edilmelidir. Bu, vergi yükünün azaltıp çoğaltılmasıyla mümkündür. Dükkânının ismini Türkçe yapanlara vergide indirim sağlanmalı, Göktürkçe yapanlardan ise bir süre vergi hiç alınmamalıdır. Yine kıyafetler üzerine de yoğunlaşılmalı, üzerinde ne idüğü belirsiz şeyler yazan tekstil kıyafetlerinin ülkeye girişi yasaklanmalı, özellikle Göktürkçeyle ilgisi olan Oğuz boy damgalarıyla süslenmiş estetik giyim kuşam eşyalarının üretilmesi için destek verilmelidir.

Sonuç olarak Göktürkçeyi resmi dil yapmak, tüm Türk devletlerinin birleşmeye ve yenilenmeye aralanan bir kapısıdır. Böylece dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir Türk gencinin aklına, coğrafya dersinde ülkesinin sınırlarını tahayyül etmeye çalışırken belirli çizgiler değil; büyük bir Turan devleti gelecektir. Kültürel bağları koparılmaya çalışılan milyonlarca Türk, tek bir damarda akan kana dönüşecektir.

Göktürkçedeki “ok” harfini kareli defterine çizerken bunun Türkler için kutsal olan “ok”u simgelediğini, Oğuz Kağan’ı, tüm Türklerin işte-fikirde-dilde birlik olması gerektiğini düşünecektir. Böyle büyütülen bir neslin hâkim olacağı bir devlete, Tanrı dışında hiçbir güç zeval veremez.

Hayallerimizin gerçekleşmesi dileğiyle…