Doğu Türkistan ticaret yolunun merkezi olduğu için her zaman büyük güçlerin, özellikle de sınır ülkelerinin gözünün diktiği bir bölgedir.

Çin 639’da Hunlarla savaşarak Doğu Türkistan’ı işgal etmiş ve ancak 715’e geldiğimizde oradan çıkarılabilmişti. 11 asır sonra İngiltere ve Rusya’nın hesap etmeden topraklara girmesi Doğu Türkistan’ın özgürlüğünü kaybetmesine ve 1100 yıl sonra tekrardan Çin idaresi altına girmesine neden oldu.

Çin, 1876’da Doğu Türkistan‘ı işgal etti ve sekiz sene süren kanlı savaş sonucunda Çin, 1884’te özerk bir eyalet olarak doğu Türkistan’ı idaresi altına aldı. Özerk dediğime bakmayın, Uygurların kendilerine yönetme ve temsil etme hakları hâlâ yok. Doğu Türkistan‘daki bütün önemli siyasi, ekonomik ve yönetim pozisyonlarının %90’ı Çinlilerin elinde.

Doğu Türkistan için bu kadar uğraşmalarının sebebi buranın çok stratejik bir konumda olmasıydı. Doğu Türkistan’ın üç tarafı dağlarla çevrili, yalnızca bir tarafı dümdüz. O düz olan tarafı da Çin’e bakan tarafı. Çin’in topraklarının 1/6’sını, sınırlarınınsa 1/4’ünü oluşturuyor.

1884’te Çinli general Zuo Zong Tang “Çin’in güçlenmesi kuzey batı olmadan olamaz.” demişti. Kuzey batı, yani Doğu Türkistan… Çin hala bu düşüncede ve yaptığı zulme, soykırımı bu mentalite de devam ediyor.

Yabancıdan toprak temizlemek isteyen Uygurlar, Çinlilere karşı çok fazla ayaklandılar. Bunlardan ikisi başarıya ulaştı. İlk önce 1933’te daha sonra 1944’te Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devleti’ni kurdular. Ancak bu bağımsız cumhuriyetler, Sovyet askeri müdahaleleri ile devrildi. Her zaman olduğu gibi bugün de Doğu Türkistan hâlâ Çin baskısı altında.

Türkler bundan 81 yıl önce Çin’e başkaldırdı. Başlarında ise Asya’nın kartalı: Osman Batur… Asıl adı Osman İslamoğlu’dur. Kahraman anlamına gelen Batur unvanı kendisine halkı tarafından sonradan verilmiştir. O bu sıfata layık görülmüş ve tarihe adını Osman Batur ismiyle yazdırmıştır.

1899 yılında çiftçi bir ailenin oğlu olarak Altay’ın Köktögay Bölgesi’nde dünyaya gelmiştir. Babası İslam bey orta halli bir çiftçiydi. Annesinin ismi ise bizim Ayça diye lügatimize aldığımız Kayşa Hanım olduğunu biliyoruz. Altay Dağları’nın asi ruhu onda tamamıyla vücut buldu. Kürşad’ın o asi ruhu sanki vücudunda yeniden şekil bulmuştu. Çocukluğunu at üzerinde göçebe Kazak hayatı yaşayarak geçirdi.

Henüz 10 yaşına geldiğinde mükemmel bir binici ayrıca iyi bir avcı olmuştu. Yaşıtlarına göre oldukça iri yapılı ve güçlüydü. 12 yaşında Çin’e karşı direnen Böke Batur Han’ın dikkatini çekti ve yanına aldı. Osman Batur burada savaş tekniklerini ve özellikle gerilla savaş taktığını öğrendi.

Böke Batur Han’ın Çinliler tarafından yakalanıp şehit edilmesinin ardından direniş yeniden yeniden başsız kaldı ve dağıldı. Bu olaydan sonra Osman Batur doğduğu topraklarda 40 yaşına kadar çiftçilik uğraştı.

Bir rivayete göre Osman Batur ilk mücadelesini Moğollara karşı vermiştir. Bir gün yengesiyle Osman beraber yürürken Moğol askerleri yengesini ve kendisini sudan bir sebepten tutuklamaya kalkıyor. Osman tepki vermeyip askerlerle yürümeye başlıyor ve bir anda iki Moğol askerinin de üstüne çullanıyor. İkisini de gücüyle yenerek evine dönüyor. Bunun ardından durumu öğrenen Moğol yetkililer bölgeye Küliy Teyci adında bir araştırmacı göneriyor. Küliy araştırma için Osman Batur’la konuşmaya başlayınca Osman Batur’un söylediği şu sözden çok etkileniyor: “Evet bu işi ben yaptım ama iddia edildiği gibi şahsi bir çıkar için değil milletimizin zaten yüce olan şanına kendi çapımda daha da yükseltmek için yaptım. Eğer beni böyle uydurma suçlar için yakalasalardı onlar için övünç kaynağı olacak ve beni aşağılayacaklardı. Ben onlara bu fırsatı vermedim. Olay bulur.” Bu konuşmanın ardından Küliy Teyci kendini görevlendiren yetkililere Osman Batur’u bulamadığını söylüyor ve bu konu burada kapanıyor. 

Bu süre içerisinde Çin’in Türkler üzerindeki baskısı artarak devam etti. 1934 Çin, Osman Batur’un memleketi Köktogay’da camilere saldırmış ve Kur’an-ı Kerimleri yakmıştı. Bu olay kısa sürede barış yoluyla çözüldü ancak büyük bir isyana zemin hazırladı. Tabii, Çin sistematik olarak işgal, saldırı ve baskılarına devam ederken İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı 1940’lı yıllarda bu baskı inanılmaz boyutlara ulaştı.

Çinliler Türkleri katlediyorlardı. Çin’in tüm baskılar şiddetle devam ediyor bu tarihte. Bununla yetinmeyip camileri yıkmaya başlamışlardı. Çinliler çıkarılan kararlarla Türklerin elindeki bütün silahları toplattırdı.

12 Şubat 1940. Altay’ın Sarıtogay şehrinde Akit Hacı Camii’nde büyük bir saygısızlık yaşandı. Çinli askerler, halkın elindeki silahları teslim etmesi için duyuru yapmaya camiye girdi. Çin askerler botlarla girmişti ve berbat hareketlerde bulunuyorlardı. Doğu Türkistan’daki gruplar baskı ve zulümden yılmış bir şekilde teker teker silahlarını Çin’e teslim ediyordu. Çin hükümeti ile barış anlaşması imzalanırken silahını asla teslim etmeyen biri vardı: tabii ki Osman Batur. Çinli yetkililer Osman’ın babası İslam Bey’den silahların toplayıp teslim edilmesini istedi ancak Osman, ailesinin tüm telkinlerine, yakarışlarına rağmen silahını teslim etmemişti. Bu sorunların barış yoluyla çözülemeyeceğini biliyordu. O zaman tarihi geçen şu sözünü söylemişti: “Bugün silahını veren yarın canını verir. Benim için ileri verecek silahım yok. İstiyorlarsa gelip kendileri alsın. Korkanlar silahlarını teslim edebilirler.” Bu tepkisinden sonra Osman’ın dağlardaki maceraları başladı. Oğlu Şerdiman ve arkadaşa Süleyman’ın yanına alarak dağa çıktı. Osman Batur’un dağa çıkması için Çinlilerin vereceği karşılıktan korkan halk tarafından ilk başlarda tepkiye yol açmıştı. Halk arkalarında durmamıştı. Zaman içinde Osman’ın davasının ne kadar haklı bir dava, hatta bir görev olduğu fark edildi.

Türklerin artık bir lideri vardı.  Osman Batur‘u dağlarda yalnız bırakmadılar. Tek başına başladığı bu mücadelede kısa sürede yanında 30 bin silahlı askeri oldu. Osman Batur’un diğer çocukları da 1941’den itibaren babalarının İstiklal mücadelesine katılmışlardı. Osman; hem Sovyetleri, hem de Çinlileri bölgeden temizlemek için peşine takılan genç yaşlı büyük bir nüfusta çalışmalara başlamıştı.

1941 yılında Çinlilere ve Ruslara karşı mücadeleye başlayan Osman Batur bütün Altay topraklarını ve Doğu Türkistan’ın kurtarılmasını amaç edilmişti. Mayıs 1941’de Osman’ın emriyle altı ayda görevli birçok Rus kurşuna dizilmişti. Olaylar ikinci Dünya Savaşı sırasında gelişmekte olduğu için de bu İstiklal mücadelesi iyice ivme kazanmıştı. Çinliler ve Sovyetlerin odanın Mihver kuvvetleri ile mücadelede olması bu basamakta yetersiz kalmalarına neden olmuştu. Böylelikle Sovyet, Moğolistan devlet başkanı Çoybolsan üzerinden Osman Batur ve destekçilerine destek sağlamaya başladı. Bu destekle Osman Batur ve destekçileri Mart 1942’den Nisan 1943’e kadar hükümet askerlerine baskınlar yaptı, Çine büyük zararlar verdi. Bu baskınların üzerine Osman’ın eşi, üç oğlu ve beş kızı hapse atıldı, erkek kardeş Delilhan ise katledildi. Osman durmadı, bu desteklerin de yardımıyla birçok zafer elde etti. En büyük destekleri ise özgürlüğe susamış olmalarıydı.

İki yıl sonra Osman Batur tüm Altay topraklarını Çinlilerden temizledi. Osman, Hür Altay Teşkilatı Divanı’nın 22 Temmuz 1943’te Bulgun’da yaptığı bir törenle hem Batur unvanına değer görüldü, hem de Han rütbesi aldı. Bundan birkaç ay sonra başkomutan unvanını alacaktı.

1944’te savaş Altay’ın diğer bölgelerine dayanılmıştı. İli şehrinde de Alihan Töreli liderliğinde ayaklanma başladı, ayaklanma sonucunda Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulduğu ve Alihan Töre cumhurbaşkanı ilan edildi. Kurulan devleti ilk tanıyan kişiyi ise tabii Osman Batur.

Ardından Alihan Töre, Osman’ı Altay valiliğine atanmıştır. Bu atama sonucu Osman çok büyük bir acıyla karşılaştı: Atamanın bedeli olarak Çinli yetkililer Osman Batur’un 18 yaşındaki kızıyla 14 yaşındaki olduğunu annelerinin göz önünde hunharca katletti. Bununla bitmedi. 11 yaşındaki oğlu ve dokuz yaşındaki kızı da 20 metre derinliğinde bir kuyuya atılıyor. Bunun sonucunda anneleri Mamey nehre atlayarak intihar ediyor ama kurtarılıyor.

Osman Batur‘u pes ettirmek imkansız. Yoğun çatışmalar sürecin ardından 1945 yılına gelindiğinde neredeyse bütün Doğu Türkistan Türklerin eline geçmişti. Doğu Türkistan Milli Ordusu Manas’a geldi, Çin askerleri ateşkes talebinde bulundu. 14 Eylül’de başlayan müzakereler, “11 Bitim Anltaşması” ile 1946’da sonuçlandı.

Ancak Osman Batur için her şey burada bitmedi. Alihan Töre’nin ortadan kaybolması, İli’nin Sovyet etkisine girmeye başlaması gibi durumlar, onun İli Hükümetine güvenini sarsmıştı. Bu güvensizliği, bütün rütbelerinin ondan alınmasına sebep oldu. Ülkede Sovyet tesirinin artması üzerine merkezi hükümet, Mayıs 1947’de Urumçi hükümeti başkanlığına Mesut Sabri Baykozi’yi getirdi. Baykozi, Osman Batur’u Urumçi’ye davet etti ve tekrar Altay valiliğine atadı. Ancak uzun sürmedi.

Ertesi yıl komünist Çin, Doğu Türkistan‘ı işgal etti. Osman Batur tekrardan görevden alındı ve altı ay boyunca, yakalanması için üzerine sanılan birliklerle savaştı. Çinliler bu iş için ciddiyetini görünce Osman Batur’un üzerine tanklarla uçaklarla ve kendisinden on kat daha büyük bir orduyla saldırdı.

26 Eylül 1949’da genel vali Burhan Şehidi ve kumandan Tao ülkenin savaşsız bir şekilde komünist eline teslim edildiğini ilan etti. Komünist birlikleri Osman Batur’un yakalanması için Sekizinci Kızıl Alayı görevlendirdi.

1949 yılında Osman Batur’un yanında artık sadece 4000 kişi kalmıştı. Çinliler yaptıkları baskınlarla gruptaki tüm kadın ve kızları esir aldı. Bu eserlerin içinde Osman Batur’un kızı Aspay’da vardı.

1950’nin 17-18 Şubat gecesi, Osman Batur kendisinden kat kat büyük orduya karşı hücuma geçti ve esir düştü. Bir ay içinde Urumçi’ye götürüldü. Çeşitli işkenceler gördü ve hakkında idam kararı verildi. İdam kararı uygulanmadan önce ise Osman, göğsüne asılan “İşte Baturunuz Osman” levhası ile Urumçi sokaklarında dolaştırılarak teşhir edildi. Çin sokaklarında at üzerinde elleri bağlı iken bile “Ben ölebilirim ama dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecektir” diye haykırıyordu. Urumçi’de düzenlenen mahkemeyle Osman Batur’un önce kulaklarının sonra ellerinin kesilmesine ardından kurşuna dizilerek idam edilmesine karar verildi. 29 Nisan‘da idam edildi.

Doğu Türkistan’da hala unutulmayan bir şahsiyet olan Osman Batur, Türk’ün istiklal mücadelesi deyince akla gelen isimlerden olmalı.

Doğu Türkistan’da hâlâ zulüm devam ediyor. Bugün hâlâ Çin baskısından kurtulamadık. Soydaş öz kardeşlerimiz bugün hâlâ zulüm, işkence, kısırlaştırma, zorunlu doğum, cinayet, zorla kürtaj, beyin yıkama ve tecavüz gibi işkencelere tabi tutuluyor. Ey Türk genci; Doğu Türkistan’ı unutma, unutturma!