Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana zor bir coğrafyanın çetin şartlarını hep yaşamıştır. Zaman zaman iç tehditlerin zaman zaman dış tehditlerin yükseldiği dönemler hep olmuştur.

İç ve dış tehditlerin birlikte yükselişe geçtiği ve birçok yeni tehdit algısının çıktığı bir süreci yaşıyoruz. Böyle zor bir süreçte bir de müttefik olarak tanımladığımız ülkelerin ve uluslararası kuruluşların aleni bir şekilde terörist hareketleri desteklemesi hiç bu kadar açık bir şekilde olmamıştı. 

İç ve dış tehditler arasındaki keskin çizgiler, günümüzde gittikçe kaybolmaya başlamıştır. Çünkü PKK gibi ayrılıkçı bir terör örgütünün Batılı ülkelerin sivil toplum kuruluşları tarafından yapılan ekonomik ve siyasi yardımlar yanında yine Irak ve Suriye’de YPG/PYD gibi uluslararası düzeyde örgütlenmeler ile birlikte hareket etmesi tehdit algısını değiştirmiştir.

Özellikle ABD’nin terör örgütlerine binlerce tır dolusu silah yardımı ve bu teröristlerden bir ordu kurma planları hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını gösterdi. NATO kuvvetleri de sınırlarımızda baş gösteren bu terör ordusuna karşı herhangi bir eylemsel müdahale de bulunma niyetinde değildir. İşte bu yüzden Türkiye dost ve düşman tanımının hızla değiştiği bir süreçte güvenlik algısını da değiştirmesi gerektirmektedir. Çünkü sınırlarımızın başarısız devletler ile çevrelenmesi tehdit durumunu artırmıştır. 

Bu tehdit durumunu karmaşıklaştıran ise terörist unsurların ve devletlerin her an değişen müttefiklik ilişkilerinin nasıl bir yol izleyeceğini kestirmenin gittikçe zorlaştığıdır. Anlaşılan o ki Türkiye’nin iç ve dış güvenliği sınırlarının ötesinden geçiyor. Afrin, Haseke, İdlib, Cerablus, Münbiç, Rakka, Fırat ile Sincar, Metina, Harkuk, Avaşin, Zap, Gara ve Kandil’in bir dış tehdit mi yoksa iç tehdit mi olduğu tartışmalı bir süreci yaşıyoruz… 

İç ve dış tehditlerin bu kadar birbirine geçmesi yeni bir ulusal güvenlik stratejisinin düşünülmesi gerektiğini ortaya koymuştur. İşte bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti karar alıcıları ulusal güvenliği ve ulusal güvenlik örgütlenmesini yeniden inşa etmeleri gerekmektedir. Türk devlet aklının neleri tehdit gördüğü ve bu tehditler ile mücadele konusunda alınacak önlemleri yeni kurulacak teşkilatlar ve yeni partnerler ile yeniden planlamalıdır.