Başta Türk el sanatlarımızı sizlere açıklamak istiyorum. Unutulmaya yüz tutmuş bu muhteşem sanatlarımızı sizler de görün ve bu muhteşem eserleri yaşatmaya çabalayalım hep beraber.

1. MİNYATÜR SANATI:

Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden önceki devreye ait yazma ve rulolardaki minyatürler genellikle Uygur prens ve prensesleri ile Mani ve Uygur rahiplerini canlandırırlar. Çeşitli kültür ve dinlerin etkili olduğu bir ortamda yapılan bu tasvirlerin üslupları çok zengindir ve bölgesel farklılıklar gösterir.

Türk resim sanatının 13. yüzyıla kadar olan gelişimini gösteren diğer örnekler maalesef kaybolmuştur. Selçuklular devrinden günümüze ulaşan musavver (resimli) el yazmalarında Uygur kökenli Selçuklu tipleri gündelik hayata ait eşya ve sahnelerle birlikte işlenir. Anadolu’da üretilen ilk tasvirli eserlerde Anadolu dışındaki çağdaş resimlerle paralellik görülür; tasvirlerin ele alınışı gerçekçi ve anlatımcı üsluptadır. 13. yüzyılda İlhanlılar döneminde Uzakdoğu ve Çin sanatına özgü teknik ve tarzda tasvirli eserler ortaya koyulur. Celayirliler döneminde yüzeysel ve dekoratif bir resim üslubu doğar ve sonraki dönemlerde geliştirilir. İslam tasvir sanatının önemli örnekleri Timurluların himayesinde hazırlatılan resimli el yazmalarından izlenebilir. Bu dönemde entelektüel hükümdarlar ve şehzâdelerin hamiliğinde nicelik ve niteliği artan eserlerin üretildiği Herat, Şiraz gibi şehirler de devrin sanat ekollerinin oluştuğu merkezler haline gelir. 14-15. yüzyıllarda doğan Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen üslubu benzer bir üretim sürecini izler; sanat koruyucusu yöneticilerin desteğiyle ilerler. Osmanlı’nın çağdaşı olan Safevi dönemindeyse hem saray kalitesinde musavver el yazmaları üretilir hem de başta Şiraz olmak üzere çeşitli şehirlerde resimli kitap üretim faaliyeti bir ticaret kolu olarak gelişir. Özbekler, Babürlüler, Kaçarlar devrinde de tasvir sanatı örnekleri, üslup farklılıkları görülmekle   birlikte   geleneksel   anlayışta   devam  eder.

ESERE AİT GÖRSELLER:

CAM SANATI:

Yüzyıllar içinde değişik kültürlerde üretilen camlara bakıldığında cam hamuru, iç kalıp, cam mozaik, döküm, ezme, üfleyerek şişirme, sarma gibi tekniklerle camın işlendiği ve objelere dönüştürüldüğü görülür. Çeşm-i bülbül de geleneksel cam sanatımızın önemli teknikleri arasındadır.

Selçuklular döneminde camdan çeşitli kaplar üretilmiş olsa da çoğunlukla dönemin cami, medrese gibi önemli mimari yapılarının alçı pencerelerinde şebekelere gömülü renkli camlar kullanıldığı anlaşılır. Ortası göz gibi çukur, kenarları kalın olan alçıya gömük pencere camları kobalt mavisi, sarı ve yeşil renklidir. Seramik benzeri formda kaplarsa kazıma, renkli cam ile süsleme, kumlama gibi tekniklerle bezenir. Osmanlı cam sanatında başlangıçta Selçukluların etkisi görülürken zamanla özgün üslup oluşur. Cam sanayi özellikle İstanbul’un fethinden sonra gelişir. 16. yüzyıla ait belgelerde camcı isimleri belirtilir. Sarayda “camgerân” diye adlandırılan cam üreticileri bulunur ve saraydaki camları camcılar ocağında çalışanlar takar. Osmanlı camcılığı 18. yüzyıl sonunda büyük canlanma gösterir. İlk atölye III. Selim zamanında (saltanatı 1789-1807) opal cam yapım tekniğini Venedik’te öğrendikten sonra İstanbul’a dönen Mehmet Dede tarafından kurulur. İstanbul’da Beykoz civarında çok değişik özellikler taşıyan cam eşyanın üretildiği başka atölyeler ortaya çıkar. İncirköy ve Beykoz’da üretilen cam ürünler “Beykoz işi” olarak adlandırılır. Osmanlı cam sanatında yaygın olarak vazolar, sürahiler, gül suyu şişeleri, buhurdanlar, fincanlar, kâseler, reçel kapları, gaz yağı lambaları gibi gündelik kullanıma ve dekorasyon amacına yönelik farklı işlevlerde objeler üretilir. İstenen deseni verecek biçimde düzenlenen şebekelerin arasına renkli ya da boyalı camdan parçaların yerleştirilmesiyle yapılan vitray panolar, Osmanlı döneminde “revzen-i menkuş” (bezeli pencere) olarak adlandırılır. Selçuklu geleneğinden gelen vitray kullanımı dinî yapıların ve sivil mimari örneklerinin önemli bir yapısal ve dekoratif unsurudur.

ESERE AİT GÖRSELLER:

HALI KILIM DOKUMA:

Halı sanatı Türklerin yaşadığı yerlerde ortaya çıkar ve dünyaya bu bölgelerden yayılır. Orta Asya’daki göçebe Türklerin halı ve kilim dokumacılığındaki öncülüğü tartışılmazdır. Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinden asırlar boyu gelişen bu sanatın pek çok örneği günümüze ulaşır. Türk halıcılığının en temel halkası Anadolu Selçuklu halılarıdır. Konya’da üretilen ve Gördes düğümü tekniğinde dokunan halılar 13. yüzyıldan günümüze kesintisiz bir süreç izler. Bu örneklerin benzerlerine Beyşehir, Fustat (Eski Kahire) gibi bölgelerde de rastlanır.

Selçuklu halılarına geometrik motifler hâkimdir. Bitkisel bezeme stilize ve geometriğe yakın yapılırken, kufiye benzeyen bir yazı da dekoratif öge olarak kullanılmıştır. Ok ucu, yıldız, sekizgen, çengel, baklava, svastika (gamalı haç), S, U harfleri gibi biçimler en sık kullanılan motifler; kırmızı, mavi, sarı ve yeşil en çok kullanılan renklerdir. 14. yüzyıl itibarıyla hayvan figürleri halılarda kullanılmaya başlar. Kuş, dört ayaklı, stilize hayvanlar, ejder, çift başlı kartal bunlar arasında en yaygın olanlarıdır.

15.yüzyılla birlikte halılarda yörelere göre farklılaşan üslup ve teknik çeşitlilikleri de görülür. Beylikler dönemindeki rekabet halı üretimindeki kalitenin yükselmesini sağlar. Osmanlı devrinde sarayın siparişleri sayesinde üstün nitelikte halılar dokunur; Bergama, Ladik, Kula, Karaman, Polonez gibi üretim merkezleri gelişir. Halı sanatının klasik dönemi 16. ve 17. yüzyıllardır. Selçuklu geometrik desen geleneği devam ederken, zengin bitkisel dekorasyonu olan madalyonlu halılar üretilmeye başlar. Madalyonlu veya yıldızlı adıyla tanınan Uşak halılarında madalyonlar zemin üzerinde sonsuzluk teması doğrultusunda yer alırlar. Aynı dönemde bir diğer önemli grup “Saray Halıları” denilen klasik Osmanlı halılarıdır. Saray için çeşitli ihtiyaçlar doğrultusunda üretilir ve natüralist çiçek motifleriyle dikkati çekerler. Bu motifler Gördes düğümü yerine İran düğümü kullanılarak daha rahat işlenebilir. İstanbul’dan gönderilen desenlere bağlı kalarak Kahire’de üretilen saray halıları da ipeğe benzer ince bir yünle dokunur. Ustaların bir fermanla başkente getirtildikleri ve muhtemelen Bursa’da saraya halı dokudukları bilinmektedir.

ESERE AİT GÖRSELLER:

AHSAP OYMA SANATI:

Tarihten günümüze kadar ulaşan kültür ürünleri arasında yer alan ağaç işçiliğinin geleneksel sanatlarımız arasında önemi çok büyük bir yer kaplamaktadır. Türkler sanat yapıtlarında ahşabı en ince detaylı şekliyle kullanmışlardır. Orta Asya Kurganlar-da özellikle Pazırık’ta yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan bulgularda ağaç işi buluntuların yanı sıra at eğeri, koşum takımlarında kullanılan ağaç parçaları bulunmuştur.

Türkler Orta Asya’dan beri ahşap sanatını uygulamış göçebe yaşamdan yerleşik düzene geçtikten sonra daha kalıcı eserler vermeye devam etmişlerdir. Osmanlı dönemine kadar olan ve Selçuklu dönemini de kapsayan zaman diliminde, cami minberleri, kapı ve pencere kanatları, sandukalar, Kur’an mahfazaları ve rahleler ahşap işçiliğinin çok gelişmiş olduğunu göstermektedir.

Türkler Orta Asya’dan başlayarak ağaç oymacılığı sanatını icra etmiştir. Göçebe yaşam sona erip yerleşik düzene geçildikten sonra daha kalıcı eserler bırakmaya başlamıştır. Osmanlı dönemine kadar olan ve Selçuklu dönemini de kapsayan zaman diliminde, cami minberleri, kapı ve pencere kanatları, sandukalar, Kur’an mahfazaları ve rahleler ahşap oymacılığının bir hayli ilerlemiş ve gelişmiş oluşunu kanıtlamaktadır. 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı ahşap işçiliğinde lake tekniğiyle yapılan eşyalar, özellikle Edirne’de sıklıkla görüldüğünden Edirnekârî (Edirne işi) adını taşır. Bir boyama-renk verme sanatı olan Edirnekârî, konutlardaki tavanlar, kapılar, dolaplar, sandık ve çekmecelerde sıklıkla görülür. Ahşap dışında mukavva ve deri üzerine de uygulanan bu teknik zahmetli ve özen isteyen bir iştir. Öncelikle işlenecek malzemenin üstündeki pürüzler giderilir. Ardından yüzeyin sürülecek boyaları emmemesi için bir kat vernik sürülür. Vernik kuruyunca bitkisel kompozisyonlarda desenler boyalar ve altın kullanılarak uygulanır. Boyalar kuruduktan sonra üzerine birkaç kez, arada kurumaları beklenerek lak (cila) sürülür.

ESERE AİT GÖRSEL:

Şimdi ise ruhumuza dokunan Türk Halk Müziğimiz hakkında bilgi edinelim. Türk Halk Müziği ilk olarak Orta Asya’da ortaya çıkmış ve buradan Anadolu topraklarına farklı inanç ve kültürlerin etkisi ile çeşitlenerek yayılmıştır. Bu müzik, halkın duygusal ifadesinde önemli bir role sahip olmuş ve nesilden nesile aktarılırken geleneksel dokusunu korumuştur. Bugün, Türk kültürünün eşsiz bir mirası olarak varlığını sürdürmektedir. Makamlar, tonlar, ezgi ve ritim Türk Halk Müziğimizin özellikleridir. Türk Halk Müziğimizin 6 Çeşidi vardır bunlar Ağıt, Bozlak, Türkü, Mani, Semah ve Ezidir.

Türk Sanat Ve Ruh Dünyasının Düzeltilmesi İçin Atılması Gereken Adımlar ise kendimce şunlardır. El sanatları ile uğraşan ve ilgilenen Türk bireylerinin yabancı sanatlara değil Türk el sanatlarına yönelmesi ve yaşatması gerekmektedir. Hobi olarak bir uğraş ile ilgileneceksek ve bu el sanatları ise yukarıda örneklerini verdiğim ve daha nice sanatlarımızla ilgilenmelidirler. Müzik ile uğraşan ya da hobi amaçlı uğraşmak isteyenlerin ise daha çok Türk makamı ile söylenen ezgilere yönelmeleri, Türk halk müziği ve Anadolu rock ile ilgilenmeleri gerekmektedir.

Peki bu bireylerin dışında diğer Türk bireylerinin neler yapması gerekmektedir? Türk makamı ile söylenen ve tonlaması Türk tonlaması ile yapılan eserlere göz atmalı ve dinlemelir. Çevrenize birazdan bahsedeceğim sanatçılarının eserlerini dinleyerek veya önererek bu sanatçılarımızı unutturmamamız ve örnek alınmasını sağlamalıyız bu sanatçılarımızın bir kısmı şunlardır; Kani Karaca , Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Ahmet Üstün , Aysun Gültekin, Barış Manço, Cem Karaca , Erkin Koray , Hasan Mutlucan , Tolga Çandar, Zeki Müren, Neşet Ertaş,Oğuz Aksaç, Arif Sağ, Muhsin Akarsu ve Aşık Kaplani gibi niceleri.

Kendimce size bu konuda bilgi vermek ve bu önemli konulara değinmek istedim Türk’ün özüne sahip çıkmamız dileği ile esen kalın…