Bu yazım sevenim ve sevmeyenime, tanıyanım ve tanımayanıma bir dertleşme niteliğindedir. Yeni bir Dünya için seçilmiş bir avuç piçin gittikçe bozduğu, mutlu ve putlu azınlığın gittikçe azıttığı bir çağda bireysellikten uzak, Allah’ın ipine sarılmış ve vatan kuşatmasını yarmaya çalışan bir avuç yiğidedir, her ne kadar hatalarımız, yanlışlarımız da olsa, birbirimizi sevmeyi öğrenemesek de kardeşlerimedir. Hepinize ayrı ayrı selam eder, canımın canınız olduğunu temenni ederim.

Toplum bilinci hemen hemen tüm ülkelerde yok edildi, birinci ve ikinci cihan harbinin neticesinde bahsettiğimiz mutlu ve putlu azınlıklar türlü desiseler, türlü hileler ve kandırmacalarla toplumlara hastalıklar saçtılar. Bu hastalık maalesef vatan topraklarımızda da boy gösterdi, en milliyetçi ve en teşkilatçı milletlerin fertleri dahi toplum olmayı reddederek bireyselliğe yöneldiler. Bireysellik ise menfaat ilişkilerini, kişisel tercih ve özgürlük safsatasını beraberinde getirdi ancak unutulan bir şey vardı milletin menfaati ve özgürlüğü her şeyin, herkesin üstünde olmalıydı ancak maalesef unutuldu. Unutan milletler ise yakın gelecekte ölmeye mahkumdur, çünkü unutursa aynı hatalara tekrar düşer, aynı hatayı defaatle yapan ise birkaç kez kurtulsa da sonunda kurtulamaz.


Dünya’nın adaleti, eşitliği, kardeşliği savunan nadir ülkelerinden olan Türkiye ise İslam aleminin ve Türk devletlerinin bu konuda son kalesidir, bir takım para lobileri, popüler çeteler, sermaye sahibi şahsiyetler toplumun bu ayarları ile oynamaya çalışsa da “bir avuç Türk” tüm bunlara meydan okurcasına millet olmayı savunuyor, bir tavır ortaya koyuyor ve söz konusu tavrıysa her şeyin teferruat olduğunu haykırıyor. Yeni gelen nesilden, ortaya çıkan güncel tablodan anladığımız üzere ise son kalenin de burçları ele geçirilmiştir. Ahlaksızlığın, zinanın, fuhuşun normalleştiği ve riyanın, kibirin, hasetin, yalanın, iftiranın sevap olduğu bu aykırı çağda bizlere düşen şey ise her şeyden evvel birbirimizi sevmeyi öğrenebilmemizdir, dedik ya son kalenin son müdafileriyiz. Kalemiz ele geçirildi geçirilecek, son kılıç sallayanlar bizleriz kılıcımız ise sevgi, adalet, bilgi, cesaret, atılganlık, tevazu, doğruluktur.

 Kafirin “lgbt,tarikatlar,masonluk,popülarite,bölücülük,dejenerasyon” bayrakları burçların tepelerine yerleştirilmiştir, ve söküp atılmasının önündeki engel ise her şeyden evvel maalesef ki kendi milletimizdir. Muhtemel yakın gelecekte pek çok kötü hadiseye, çetin desiseye maruz kalacağız, ve yine muhtemel odur ki kaybedeceğiz, ancak biz kaybetsek de kazanacağız onlar ise kazansa dahi kaybedeceklerdir, müsterih olalım, yenilgimiz kutlu bir zafer olacaktır.

Bugün onlar rahat hayatlar yaşayabilirler, lüks evlerinde, rahat arabalarında oturup mutluluk pozları kesebilirler, hatta türlü ahlaksızlıklarını sevgi diye aşk diye gösterip bize acır gözlerle, kibirle bakabilirler. Baksınlar, bizler dünyevi zevklere, geçici menfaatlere, anlık zevklere tamah etmeyeceğiz, etmemeliyiz. Bu Dünya’ya büyük dedemiz Allah tarafından “sürgün” diye gönderildi, bizler bu bilinçteyiz, sürgün yerimizin bir zevk sofrası değil imtihan kağıdı olduğunu çok çok iyi bilmekteyiz. İmtihanda ise sağa sola meyil etmememiz gerektiğini ve bize nelerin yeteceği bizzat sürgüne gönderen tarafından bildirildi.

 Bu insanlara özenebiliriz, “yahu biz niye rahat yaşamıyoruz?” da diyebiliriz ancak bu rahat yaşayanların yaşama gayesi ortalama 70/80 yıllık bir ömürdür, bizim yaşama gayemiz ise Türklüğün tarihi ile aynı yaştadır, ve kıyamete kadar gidecektir. Ölsen bile ölmemek, sonraki gelenler tarafından hayırla yad edilmek mi daha büyük bir zevktir, yoksa tarih sayfalarında bir yaprağı doldurmayacak kadar olan ömrünü rahat geçirip daha sonrasında toprağa karışmak, börtü böceğin midesine inmek ve unutulmak mı? Bir takım değerleri koruyup yaşatmak mı daha büyük bir iştir yoksa o değerlerin yok edilişine kör, sağır dilsiz kalmak mı? Bunların muhakemesini siz değerli okurlara bırakıyorum.

Oturuyorum, delikleri göz gibi olan surların bizi izleyişine bakıyorum, toprağın altından gelen “Torun dik dur!” feryatlarını duyuyorum, şehitler ve şühedalar selam gönderiyor. Balkanlar’da Gazi Evrenos’lar, Malkoç’lar, Mihal’ler, Turhan’lar, Plevne gazileri, Kanije müdafiileri bir geçit resmi gibi sanki gözümün önünden geçiyor, Barbaros kalyonları yanaştırmış boğaza “zafer!” narası çekiyor, Tanrı Dağı zirvesinde Kür Şad ve kırk kişi haykırıyor “hürriyet!”, Resne dağlarında Niyazi haykırıyor “vatan!”, Pamir eteklerinde Enver feryad ediyor “dava!”, Başbuğ ve ülkücü şehitler yine Tandoğan’da dizilmişler, eskisi gibi nizami, dik ve vakur “savaşımız vurguncu düzene!” sloganları duyuyorum. Mekke’den Bilal-İ Habeşi’nin ezan sesi geliyor “haydi kurtuluşa!” diyor, Nur Dağı içlerinden bir ses “oku!” diye emrediyor, Satuk Buğra Miraç’ta peygambere selam veriyor. Ötüken bozkırından Viyana önlerine milyonlarca şehidin yüreği sanki bizlerde atıyor, bizleri bekliyorlar.

İşte kardeşlerim gün gelip bu Dünya sürgünü son bulduğunda biz bu insanların, bu değerlerin karşısında başımızı eğenler arasında olmayacağız, olmamalıyız! Hatalarımız, günahlarımız, yanlışlarımız tabi ki olacaktır, mesele hata yaparken, günah işlerken dahi bunları düşünebilmek, tezahür edebilmek ve bu dertle dertlenebilmektir.

Ümitvarım, bizler bu sinsi kuşatmayı da yaracağız. Bugün olmasa dahi, bizim sürgünümüz son bulsa dahi, tek birimiz kalmasa dahi vaat edilen gün geldiği, büyük savaş gerçekleştiği ve dünyanın aydınlıkla dolduğu günlerde bizi hayırla yad edenler mutlaka olacaktır. Dertlenmeyin, üzülmeyin, efkara gark olmayın. Bizler, bir avuç insan bu kahramanlık ayinini, bu ulvi vazifeyi son demimize kadar sürdürelim, mücadelemizden vazgeçmeyelim. Başbuğların, hakanların, şehitlerin, gazilerin dizlerinin dibinde, gerçek yurdumuzda sonsuz mutluluğu bekleyelim, o günlerde görüşmek üzere sizleri en sevgilinin selamıyla tekraren selamlıyorum, Allah’a emanet olunuz…

“Ölümler Bizi Durduramaz!”