Son zamanlar ülkemizde tarihe merakın arttığını hem ilgili alanın kitap satışlarından hem de televizyonda ki dönem işlerinden anlıyoruz.

Bununla beraber sosyal medya da uzman – gayri uzman herkes bu alanda içerik üretmeye başladı. Herkesin, her şeyi bildiği bu sosyal medya çöplüğünde herkes kesesinde ne varsa döken esnaf gibi döküyor fikirlerini. Son beş senede geleneksel medyanın güç kaybettiğini ve çoğunluğun dijital medyaya kaydığını gözlerimizle görüyoruz. Televizyon kanallarında yıllarını eskitmiş sunucular, programcılar, akademisyenler bile artık sosyal mecralarda içeriklerini, programlarını yapmaya başladı. Bu hocalardan birisi de bir videosunda “Bizimkiler, Oğuzlardan gelmemiş at hırsızı hepsi… Devlet kurulunca kendilerini Oğuz Han’a bağlamışlar…” iddiasında bulundu. Tabii, sert bir üslupla yapıldığı için sosyal medyada gündem oldu ve diğer tarihçiler tarafından eleştiri yağmuruna tutuldu.

Osmanlı’nın etnik kökeni tartışmaları cumhuriyetin ilanından beri kimi akademisyenler tarafından tartışılagelen bir konudur. Aslında 2. Murat devrinde yazılan Yazıcıoğlu Ali'nin Selçuknâmesin’de, Edirneli Rûhî tarihinde, Lutfi Paşa tarihinde ve nihayet İdris Bitlîsî'nin Heşt-Behiştin de, Osmanlı hanedanının ve bunların yönetimindeki kabilenin Kayılardan olduğu belirtilir. Mamafih, Fatih’in toruna Oğuz ismini vermesi, dönemde ki bir çok silah ve birtakım aletlerde kayı damgasının görülmesi, Osmanlı hanedanının apaçık bir şekilde Kayı boyundan geldiğini açıklar. Gelgelelim, Osmanlı’nın kayı boyundan olmadığını belirten söylemlere.

Bu iddialardan en popüleri ve ses getireni Avusturyalı tarihçi ve doğu dilbilimci Paul Wittek dile getirmişti. Osmanlı’nın kayı boyundan olmadığını, uç bölgesine yerleşen gazilerden olduğunu ve ilk dönemlerde gösterilen kaynakların, Dede Korkut’un “Kitāb-ı Dedem Ḳorḳud Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân” eserini ve daha birçok şeyin efsane ve menkıbe olduğunu dolayısıyla bunu kesin bilgi olarak alamayacağımızı belirtti. Paul Wittek’e göre Osmanlı sülalesi de, birçok devletinde yaptığı gibi sonradan kendini bir soya bağlama gereği duydu. Bunu kimisi Cengiz Han boyuna bağlar kimisi ise Oğuz Han boyuna bağlar. Osmanlılarda Oğuz boyuna bağlamıştır şeklinde gerekçelendirdi. Tabii bu iddialar dönemin akademik çevrelerinde tartışılır bir konusu haline gelmişti. Paul Wittek’in bu iddialarına katılan ve Osmanlı hanedanının kayı soyundan gelmediğini bir dönem Fuat Köprülüde belirtmiştir. İşte Yukarıda bahsettiğimiz hocamız da bu iddialarda bulunurken kaynak olarak, Fuad Köprülü’nün “Osmanlı’nın Etnik Kökeni” isimli eserini kaynak gösterdi. Fakat kendisi sanırım eseri tam okumamış olacak ki Fuat Köprülü, bu düşüncelerinden tamamen vazgeçtiğini hatta ve hatta bu iddiayı ortaya atan Paul Wittek’e Osmanlı’nın kökeninin kayı boyundan geldiğini akademik bir şekilde madde madde anlatıyor ve soruları cevaplıyor.  Fuad Köprülü, malum eserde sayfa 76 da şunları söylüyor:

“ Nitekim ben de, bir zamanlar P. Wittek'in yukarıda özetlediğim düşüncelerinden farksız düşüncelere dayanarak Osmanlı sultanlarının kayılardan olmadığı ve bunun sonraki yazarlar tarafından özel bir maksatla uydurulduğu görüşündeydim ve daha 1925 yılında bu fikrimi kısaca ortaya atmıştım. Şimdi burada, 1934'te Paris Üniversitesi'nde verdiğim konferanslarda bu fikirden vazgeçmemin nedenlerini geniş bir biçim de açıklarken, sevgili arkadaşımın eleştirilerine de cevap vermiş olacağım.”

Bu ifadelerinden sonra sayfalarca nedenlerini belirten Fuat Köprülü eserin sonunda şu sonuca varıyor:

“1. Osmanlı sülalesi, Oğuzlar'ın Kayı boyuna mensup küçük bir aşiret parçasının başında bulunan Osman tarafından kurulmuştur ve bunu reddetmek için (P. Wittek teorisi) ortada hiçbir tarihi neden yoktur. Bu kayıların, 11. yüzyılda Türk dünyasının doğu uçlarında yaşayan Moğol cinsinden toylarla aynı etnik zümreye mensup olması iddiası (Marquart teorisi) bütünüyle esassız olduğu gibi, bu tayların 12. yüzyılda Kara-Hıtayların hâkimiyetleri sırasında Maveraünnehir'e gelerek sonradan Horasan'a geçtikleri ve Osmanlıların mensup bulundukları Kayıların işte bunlar olduğu iddiası da (Z.V. Togan teorisi) hiçbir esasa dayanmaz.

2. Kayılar, Anadolu'nun ilk fethi sıralarından başlayarak, diğer birtakım Oğuz boylarıyla beraber buraya gelmişler ve kendilerine mensup olan Artuk-oğulları devletinin kuruluşunda önemli bir rol oynamışlardır. Bunların, sonradan, Anadolu'nun güneydoğu sahalarına ve özellikle merkez ve kuzeybatı sahalarına gelip yavaş yavaş yerleştikleri anlaşılıyor. Horasan 'da bunların çok önemsiz bazı oymakları kalmış ve küçük bir grup da Kuzey Azerbaycan' da yerleşmiştir. 16. yüzyılda Anadolu'da henüz yarıgöçebe hayatı süren küçük bir Kayı toymağına rastlanması, bunların o yüzyıla kadar genel olarak toprağa yerleşmiş olduklarına açık bir kanıttır.

3. Kayılar’ın , 13. yüzyılın ilk on yıllarında, büyük Moğol istilası önünde Horasandan kaçarak Anadolu'ya geldikleri rivayeti (gelenekçi teori), Osmanlı kronikçilerinin uydurdukları bir masaldan ibarettir. Türlü türlü şekilleri bulunan bu rivayette, Selçuklular devrindeki ilk Oğuz göçlerinin hatırasını saklayan izlere de rastlanıyor.”

Uzun lafın kısası hakaret ederek bu iddiada bulunup, Fuat Köprülü’nün “Osmanlı’nın Etnik Kökeni” isimli eserini kaynak gösteren hocamız aslında kendisiyle çelişiyor ve bu da kaynak olarak gösterdiği eseri okumadığına işaret ediyor. İnsan beşer, durmaz şaşardır. Biz insanız hata yaparız, bir şahsın akademisyen olması, profesör olması yanlış yapmayacağı anlamına gelmiyor. Fakat ortaya laf atıyorsun üstüne üstlük hakaret ederek. Yahu bize, bizim kadar kimse düşmanlık etmiyor. Avusturyalı Paul Wittek bile “At Hırsızı” demiyor da “Uçlara gelen gaziler” ifadesini kullanıyor. Sen kalkıyorsun “kim onlar ya, hepsi at hırsızı” diyorsun.

Entelektüeller, duracağı yeri her zaman bilir ve bilmeyeceği konularda “bilmiyorum” deme cesaretini gösterir. Veya fikir belirtse de tam emin olmadığını mutlaka belirtir ama son zamanlar da sosyal medyanın bu etkin gücü ülkemizin entelektüellerini de etkilediğini görmekteyiz. Bir hocayı ilmi anlamda eleştirdiğimizde dahi insanlar yorumlara dolaşarak “Sen kimsin? Koskoca hocayı eleştiriyorsun? O hangi üniversitelerde okudu haberin var mı?” gibisinden başlıca olmakla hakaretler ediyorlar. Onların gözünde bu insanlar eleştirilemez, ne söylerlerse söylesinler kesin doğrudur ve sorgulanamaz. Bir nevi gözlerinde peygamber ilan etmişler fakat bunun farkında değiller. İşte bu durumda hocaların, ister istemez gözünü kör ettiğinin kanaatindeyim.

Her şeyin bir ölçüsü vardır. Bir insanı eleştirmek, ondan nefret etme anlamına gelmiyor veya hiçbir fikrine katılmama anlamına da gelmiyor. Mamafih, bir insanı sevmek aynı zamanda okumak o kişinin tüm görüşlerine katıldığı anlamına da gelmiyor. Umarım insanlarımız bu takım meselelerde daha akılcı bir yol izler. Buraya kadar okuyan, okuyucuya teşekkürlerimi iletiyorum. Başka bir yazıyla buluşmak dileğiyle selametle.