Kıbrıs Cumhuriyeti Öncesi Türk-Yunan İlişkileri ve 6-7 Eylül Olayları

Kıbrıs Adası, Birleşik Krallık (İngiltere) yönetiminde iken Yunanistan (Yunanistan Krallığı), 1951 yılında kendi parlamentosunda aldığı karar ile Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’a iltihakının gerçekleşmesi yönünde adanın geleceği hakkında karar verilmesi konusunda Birleşik Krallığa müracaat etmiştir. Yunanistan, Kıbrıs Adası’nın kendilerine verilmesi karşılığında adada Birleşik Krallığa askeri üsler vaadinde bulunmuşlardır. Birleşik Krallık tarafından istekleri karşılanmayan Yunanistan, 1954 yılından itibaren Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde diplomatik girişimlere başlamıştır. Böylece ilk defa Kıbrıs Adası uluslararası gündeme taşınarak adaya diplomatik yollarla sahip olmanın arayışına girmiştir.

Aynı dönem içerisinde Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan ile 28 Şubat 1953 yılında Balkan Paktı’nı imzalamışlardır. Balkan Paktı, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan Soğuk Savaş döneminde Yugoslavya, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile olan ortaklığını bitirerek batı blok ülkeler ile iş birliği adımlarını atmıştır. Yugoslavya’yı kısmen askeri, siyasi ve ekonomik ortaklığa dahil eden antlaşma bu ülkeler ile imzaladığı antlaşma olmuştur. Antlaşma kısaca, uluslararası anlaşmazlıkları güç kullanmadan çözmek, pakt üyelerine saldırı durumunda birbirlerine askeri destek vermek ve antlaşmaya imza atan ülkelerin savunma kapasitelerini geliştirmek adına imzalanmıştır.

Türkiye, Kıbrıs konusunda Yunanistan ile ilişkilerin bozulmadan barışçıl yollarla çözülmesini ve mevcut statünün korunmasını istemekteydi. Yunanistan’ın Kıbrıs politikasından duyulan rahatsızlık Türkiye tarafından yakından ve kaygı ile izlenmekteydi. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Adnan Menderes (1899-1961)’ in Cumhuriyet Gazetesine 22 Ağustos 1954 tarihinde verdiği demeçte ise “Sükûnet ve itidalin bugün her zamandan daha zaruri olduğunu dost ve müttefik Yunan millet ve hükümeti tarafından takdir edilmesi gerektiği” şeklinde ifade etmiştir.

14 Aralık 1954 tarihinde Yunanistan, BM Genel Kurulu’nda Kıbrıs Adasında yaşayan insanlara self-determinasyon (bir halkın coğrafi sınırlarını, politik durumunu veya kendi geleceğini diğer devletlerden bağımsız olarak kendisinin özgürce belirlemesi) hakkının verilmesi yönünde teklifi görüşülmüştür. Adadaki huzur ve bölgedeki barışı tehlikeye düşüreceği yönündeki Yunanistan’ın bu teklifi BM Genel Kurulu’nda reddedilmiştir. Türkiye, BM tarafından alınan kararın olumlu bulurken, Kıbrıs meselesinin tamamen kapandığını düşünmekteydi. Başbakan Menderes yaşanan hadise sonrası, “Yunan resmi makamlarının bu mesele dolayısı ile ortaya çıkan hadiselerden aramızdaki dostluğun haleldar olmaması için gayret sarf ettiklerinin ve tedbirler aldıklarını belirten ifadelerini memnuniyetle kaydetmekteyiz. Bu mesele tamamiyle kapandığı için artık müttefikimiz Yunanistan ile aramızdaki dostluğun hatta gölgelenmemesine dikkat ve itina göstermek zamanı gelmiş bulunuyoruz.” ifadesinde bulunmuştur. (Ayın Tarihi, Aralık 1954, Sayı 253, s. 109). Verdiği beyanat ile Türkiye, ısrarla Türk-Yunan dostluğuna zarar verebilecek eylemlerin önüne geçerek meselenin kapatılmasını istemektedir. Daha sonra da Yunanistan, 1954 ile 1958 yılları arasında Kıbrıs konusunda BM’ye yaptığı beş başvurunun sonuçsuz kalmıştır.

BM’nin aldığı kararlar ada da yaşayan Rum ve Yunanlı gençleri memnun etmemiş ve Atina, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Türkiye’nin konsolosluklarına saldırılar düzenlenmişlerdir. Kıbrıs Adası’nda yaşayan Rumlar, adanın yöneticisi Birleşik Krallık yönetimine ve ada da yaşayan Türk halkına karşı silahlı terör eylemleri başlatarak adanın tek hâkimi olma düşüncesiyle siyasi ve hukuk dışı eylemlere başlamışlardır. Yunanistan’ın adadaki Rumlara sağladığı silah ve parasal imkanlar neticesinde ENOSİS adına EOKA (Ethniki Organosis Kiprion Agoniston-Kıbrıslı Savaşçıların Milli Örgütü) militanları 1 Nisan 1955 tarihinde ilk silahlı eylemini gerçekleştirmiştir. Ada’daki Kıbrıslı Türklere yönelik başlatılan terör eylemleri böylece hız kazanmıştır. Yaşanan olaylar Adnan Menderes hükümeti tarafından ve Türk Milleti tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 

Kıbrıs Adası’nda baş gösteren terör eylemlerinden bunalan Birleşik Krallık, Londra’da Türkiye ve Yunanistan’ın yer alacağı bir konferans düzenlemek için davet etmiştir. Başbakan Menderes’in Londra’ya Türk heyetini uğurlamadan önce Türk-Yunan dostluğuna verdiği önemi vurgulayarak, Kıbrıs politikasının özünde ve bundan sonra takip edilecek politikaların temelinde “Türk-Yunan dostluğuna ve ittifakına aynı kıymet ve ehemmiyet vermek” bulunduğunu belirtmiştir. Menderes, Kıbrıs’ta çıkmış ve muhtemel çıkacak olaylarda karşısında Birleşik Krallığı ikaz ederek, Kıbrıslı Türklere sahip çıkan ifadelerde de bulunmuştur. Başbakan Menderes’in bu konuşması kamuoyunda yerinde ve zamanında bulunularak, dönemin Ana Muhalefet lideri ve CHP Genel Başkanı olan İsmet İnönü’nün Ulus Gazetesinde 26 Ağustos 1955 tarihinde yayımlanan demecinde “Kıbrıs’taki kardeşlerimizin can ve mallarını tehlikeden korumak için hükümetin alacağı bütün tedbirlerde beraberiz. Konferansta haklarımızı korumak ve kurtarmak yolunda hükümeti bütün gayretlerimizle destekleriz” ifadesi siyaseten Kıbrıs konusunda iktidar ve muhalefetin ortak hareket ettiğini göstermektedir.

Türkiye’yi temsilen Londra’ya giden Türk heyetinin başında Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu (1910-1961) bulunmaktaydı. 29 Ağustos 1955 tarihinde başlayan görüşmeler Türk heyetinin Kıbrıs konusundaki tavrı mevcut sistemin muhafazası yönünde olurken, eğer Birleşik Krallığı’nın Kıbrıs üzerindeki haklarını devretmesi halinde Ada’nın önceki sahibi olan Türkiye’ye bırakılması gerektiğini yöndeki görüşü, Yunan heyetinin ise adanın kaderini self-determinasyon ile tayin edilmesi yönünde olmuştur. Her iki ülkenin önerilerinden sonra Birleşik Krallık taraflara Kıbrıs Adası’nın özerklik verilmesi yönünde teklifi sonucunda Türk ve Yunan heyetleri bu öneriyi reddetmişlerdir. Görüşmelerin devam ettiği esnada 5 Eylül 1955 gecesi Selanik’te Atatürk’ün müze evinin bulunduğu bahçenin yakınlarında bomba patlamıştır.

Bu haberden sonra Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu ile telefonda görüşerek 6 Eylül akşamı Türkiye’ye dönmesini isteyerek Londra’da gerçekleşen konferans bir sonuç alınamadan dağılmıştır. 

Radyo ve görsel basında yapılan haberler sonrasında İstanbul’daki öğrenci dernekleri Kıbrıs Türk Cemiyeti çatısı altında Taksim Meydanında protesto eylemlerine başlamıştır. Meydan da toplanan kalabalık akşam saatlerinde Rumlara ait ev ve işyerlerine saldırarak tahriplerde bulunmuşlardır. Protesto eylemleri İstanbul’un özellikle gayrimüslim nüfusunun yoğun yaşadığı yerler olan Nişantaşı, Beyoğlu, Yedikule, Şişli, Karaköy ve Beyazıt semtlerinde olurken, protestolar azınlıklara ait ev, dükkân ve kiliselere yönelik yağma ve yakma olaylarına dönüşmüştür. 

        

Gayrimüslim vatandaşlara yönelik bu yağma ve yakma hareketlerinin başladığı andan itibaren olayların sona erdiği 7 Eylül sabahı manzaranın büyüklüğünü ortaya çıkarmıştır. Askeri birliklerin harekete geçmesiyle Sıkıyönetim ilan edilerek, İstanbul genelinde eylemler sonlandırılmıştır. Yaşana olaylar sonucunda 5622 bina tahrip edilmiş, 5104 kişi tutuklamış, 300 kişi yaralanırken 11 kişi ölmüştür.

6-7 Eylül 1955 tarihlerinde gerçekleşen olaylar sonrasında başta İstanbul ve Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşayan Rumlar Yunanistan olmak üzere birçok ülkeye göç etmişlerdir. 6-7 Eylül olayları Türkiye kamuoyunda günümüze kadar yerini kaybetmeyecek Kıbrıs meselesine dönüşmüştür.