Her ne kadar dünya da ve ülkemizde gerek iş gerek ekonomik şartlar başta olmak üzere daha bir çok nedenle mühendislik alanlarına sayısal bilimlere yöneliş her geçen gün artmaktadır.

Sosyal bilimler ile ilgilenmenin, okumanın halk dilinde “ekmek getirmemesi” düşüncesiyle sosyal bilimler ile ilgilenenlerin sayısı her geçen gün düşmektedir. Bununla beraberde sosyal bilimlere yeteri kadar önem verilmediğinden gelişme sağlanamıyor. Hiç şüphe yok ki sosyal bilimler arasında insanların en çok ilgi duyduğu alan tarih bilimidir.

Tarih biliminin ülkemizde nasıl bu kadar kişinin ilgilendiği bir dal haline gelmesini ve akademiden halka indirilme sürecini bir önceki yazımda kaleme almıştım. Merak edenler o yazıyı okuyup daha sonra burdan devam edebilir. Tarih bilimini, matematik, kimya ve fizik gibi bilimlerde olduğu gibi ölçemezsiniz, üzerinde deney yapamazsınız, gözlem üzerinde bulunduramazsınız. Çünkü tarihte yaşanmış bir olayı tekrardan canlandıramazsınız. O hadise yaşanmış ve bitmiştir. Tarih biliminde “olay ve olgu” terimleri vardır.

Olguya şunları örnek verebiliriz: Savaşmak, öldürmek, yürümek, yemek yemek. Olgular hep böyle tarih boyunca tekrar yaşanabilir, yapılabilir şeylerdir. Olay ise tek bir hadiseye bağlı ve bir daha yaşanması asla mümkün olmayan hadiseler sonucudur. En basit örneği ile fatih dönemi ile alakalı araştırma yapan kitap yazan bir araştırmacı için, İstanbul’un fethini tekrardan canlandıramayız, imkansızdır. Tarih bilimi çıktığı halkın; sosyolojisiyle, edebiyatıyla, felsefesiyle, yaşam biçimiyle doğrudan doğruya ilgilidir.

Biz ne kadar tarih yazımlarında objektiflikten söz etsekte, objektif yazmaya uğraşsak ta ne kadar objektif olabiliriz? Nereye kadar objektif olunabilir?

Yanlış anlaşılmasın elbette ben olduğu gibi taraflı bir yazım yapalım demiyorum. Olunabildiği sürece en akademik çalışmaları kaleme alalım tabiki de. Mesela biz Hammer’i taraflı yazmakla suçluyoruz bazende bu taraflılığını Osmanlı’nın düşmanı olan bi toplulukta yetişmesine bağlıyor, bazende bilsizliğine bağlıyoruz. Peki, biz bunları tartışırken bizim tarihçilerimiz ne kadar objektif yazıyor? Bizim tarihimiz elbette çok şanlı bir tarihtir fakat sadece gülpembe bir tarihe mi sahibiz? Bizim bu kadar her şeyimiz dört dörtlük ama karşı taraf hep deccal değil mi? Hani biz objektif tarih yazıyorduk? Sen adamları deccal gibi gösteriyorsun daha sonra onlar da aynı şeyi sana yapınca tepki gösteriyorsun.

Ben, tarihin olduğu gibi anlatılması taraftarıyım. İyisiyle kötüsüyle. Kötüsü lafını kullanmayı da pek sevmem çünkü neye göre kötü kime göre kötü? Bir padişahın içki içmesi kötü bir şey midir? Bu seni ne kadar alakadar eder öncelikle. Ayrıca bizim atalarımız bir hayal kahramı değil, “İnsandır”. Bunu çok çabuk unutuyoruz, unutmamamız lazım. Mamafih, tarih yazarken her şeyi olduğu gibi yazmak, bilgi ayırt etmeksizin yazmak, bir tarihçinin namusudur! Fakat yine en başa geliyorum elbette %100 bir objektiflikten bahsedemeyiz. Bu aslında çok doğal bir şeydir. Çünkü tarih bilimi toplumların bilimidir. Bizler tarihçiler olarak, namusumuzla bir hadiseyi, kaynağı en doğru şekilde halkımıza aktarmamız, bir kitap yazarken tüm kaynaklarıyla en doğru bir şekilde kaleme almamız gerekiyor. Umarım anlatmaya çalıştığım okucular tarafından anlaşılmıştır. Buraya kadar okuyan sevgili okuyucuya teşekkür ediyorum.

Bir sonra ki yazı da görüşmek üzere!